8 Ocak 2014

Yazı

İNSAN HAYVAN

Bir okumak, bir de yazmak iyi eylemlerdir. Diğer eylemlerle karşılaştırdıkta ne denli "eylem" oldukları tartışılabilir gerçi, ama umurumda mı? Kalkıp şimdi taş taşımayla okuma yazmayı mı karşılaştıracağım. Okumak-yazmak dedik ama okumayı bir yana bırakalım şimdi, yazmaktan gidelim. Yazmak dediğin de öyle tek bir eylem değildir. Yazmak var, yazmak var. Bir öğrencinin, öğretmeninin söylediklerini defterine geçirmesi de yazmaktır örneğin, mahkemede "yaz kızım" emrine itaat eden kâtibin yaptığı da yazmaktır, Yaşar Kemal'in bütün bir yaşamını adadığı iş de yazmaktır.

Bir de işin öbür yönü var, daha teknik diyebileceğimiz bir yönü. Kuşkusuz, bu zamanın insanları olarak bu açıdan çok şanslıyız. Ya bin yıl önce doğsaydık, beş bin yıl önce? Platon onca diyaloğu neyle yazdı örneğin, hiç düşünüyor muyuz? Kalemi var mıydı? Taşa yazan vardı derdini, taşa! Ya bugün?

Yakın zamanlara kadar klasik kalemlerin üstünlüğü vardı yazı meydanında, ama bugün artık klavyeler üstünlüğü kesin olarak ele geçirmiş durumda. Kalemler daha bir süre bizimle kalacağa benziyor gerçi, belki elli yıl, belki yüz yıl, belki de daha fazla, ama yalnızca bir gecede twitter'da yazılanlara bakılarak bile artık hiçbir zaman üstünlüğü ele geçiremeyeceklerini anlayabiliriz. Gelecekte kalemler tamamen ortadan kalkabilir mi? Olabilir elbette, hiçbir şey şaşırtıcı değil. Klavye diyorum ama bildiğimiz klavyeler de yavaş yavaş ortadan kalkıyor artık, baksanıza "dokunmatik" şeyler sardı ortalığı, benim hâlâ bir dokunmatiğim yok, geçen gün dem vurmuştum bu konudan, fakirim, ne yapayım. Her şeyin ultra hızlı olup bittiği bir zamandayız. Bakıyorsunuz, son elli yılda meydana gelen değişim, İlkçağ'dan geçen yüzyıla kadar süren üç-beş bin yıllık zaman dilimi içinde meydana gelenden daha fazla. Ne yapsak?

Konumuzu dağıtmayalım. Yazı diyorduk... Acaba ilk yazı ne zaman, kimin tarafından, niçin ve nasıl yazıldı? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Tıpkı diğer pek çok konuyu da hiçbir zaman bilemeyeceğimiz gibi. O zaman işimiz tahmin kalesine şutlar atmaya kalıyor her zamanki gibi. Hadi bakalım. (O zaman herkes kendi tahminini yürütsün).

Bu dört sorudan; ilk yazının ne zaman, kimin tarafından, niçin ve nasıl yazıldığından hangisi daha önemli acaba? Bunları önem sırasına koyabilir miyiz? Benim aklıma gelmemiş olan sorular da olabilir tabii, onu da unutmadan, bana göre ilk yazının niçin yazıldığının bu bağlamda en önemli soru olduğunu belirteyim. Her şeyin bir nedeni var elbette, bu yeryüzünde ilk yazılan yazının da ilk yapılan her şey gibi bir nedene bağlı olduğu su götürmez bir gerçek; determinizm, nedensellik ilkesi falan, meraklısı Wikipedia'dan okuyabilir bu konuları, Allah Wikipedia'dan razı olsun. Bence ilk yazının nasıl yazıldığı, niçin'den sonra gelen en önemli soru. Bu soruyu kime yöneltseniz, muhtemelen hemen, "Taşla, çiviyle falan yazılmıştır ilk yazı," der, ne yapsın, hepimiz tarih kavramıyla ilkokul sınıfımızdaki tarih şeridiyle tanışmadık mı? E, bu tarih anlayışına göre çıkacak olan sonuç belli, ilk insanlar alet malet yaptılar ilkin, sonra yavaş yavaş gelişmeler oldu, falan filan. Gelgelelim hiçbirimiz ilk yazının nasıl yazıldığını da bilemeyeceğiz, ben böyle düşünüyorum. Ha, eldeki kaynaklara göre elbette bir şeyler söylüyor tarihçiler, evet, işte sivri taşlarla mağara duvarlarına bir şeyler çizildi filan, ama diyorum ya, "eldeki kaynaklara göre", halbuki, kim bilir elde olmayan nice kaynak var. İlk yazının kimin tarafından yazıldığı, önem sıralamasında üçüncü sırada geliyor diye düşünüyorum. O ilk kişiye biraz haksızlık olduğunu düşünebilirsiniz, sonuçta olağanüstü bir şey yapmış adam, ya da kadın, ama ne yapalım, tarihte pek çok adsız kahraman var, kaldı ki zaten adını da bilmiyoruz onun, daha da önemlisi, tarihte birçok kahraman var ki yaptığı iş kendisinden daha önemli, dolayısıyla bence ilk yazının nasıl, ama ondan da öte niçin yazıldığı, kimin tarafından yazıldığından çok daha önemli. Geriye kalıyor ne zaman yazıldığı, bu dört sorudan en önemsizi bu bence. Zaten hiçbir zaman bilemeyeceğimizi başta söyledim, tarihçiler elbette bunun için de bir tarih vereceklerdir, ama dediğim gibi, o da yine "eldeki kaynaklara göre".

Nereye varmak istiyorum bunları söylemekle? Vallahi ben de bilmiyorum. Yazıp gidiyorum işte. Eleştiri yazılarında falan okuduğumuz oluyor; romanının sonunun nereye varacağını bilmeyen yazarlar da varmış, onlarla karşılaştırınca bu ufacık blog metninin sonunun nereye varacağını bilmiyor olmam pek de canımı sıkmıyor doğrusu. –Bu doğrusu sözcüğünde de bir sorun varmış, bir-iki yıl önce okumuştum, sanırım Feyza Hepçilingir'in bir kitabıydı, iyi anımsamıyorum, ondan ötürü bir ara kitaba bir daha göz atıp ayrı bir yazının konusu ederim onu da–.

Madem sonunun nereye varacağını bilmiyorum, o zaman iyisi mi artık sona erdirmek. Az kalsın unutuyordum, yukarıda neden "İNSAN HAYVAN" yazdım? İnsan'ı neden italik yaptım? Hayvan'ı neden insan'dan daha büyük yazdım? Aslında bambaşka şeyler yazacaktım ama işte başlayınca aklıma geliverenleri sayıp döktüm, bunlar çıktı ortaya. O söylemek istediğim bambaşka şeyler de son paragrafa kaldı.

Yukarıda dedim ya, bu zamanın insanları olarak yazmak konusunda olabildiğince şanslıyız, diye. Dilediğimiz gibi yazabiliyoruz bugün. Yazabiliyoruzdan kastım, yazımızı dilediğimiz gibi biçimlendirebiliyoruz. İşte ben de eldeki olanakları kullanarak insanla hayvana dair ufak bir şey yapmaya çalıştım. İstedim ki bir kez de HAYVAN İNSAN'dan büyük olsun. Bir kez de İNSAN eğilsin HAYVAN'ın önünde. Çok şey değil inanın, binlerce yıldır "hayvan gibi" çalıştırıyoruz onları, süttü, yumurtaydı, her gün ürettiklerini yiyoruz, yetmiyor kesip etlerini yiyoruz, öldürüp işkence ediyoruz, ayrıca adlarını da birbirimize hakaret sözü olarak kullanıyoruz. Çok şey mi bu yaptığım?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git