21 Eylül 2009

Hazan ve hüzün

Daha birkaç gün öncesine kadar para versek bulamayacağımız serin bir hava yüzümü okşuyor. Yaşamanın her şeye rağmen güzel olduğunu bir kez daha inadına inadına hatırlatıyor. Annemin ellerini ıslatıp yüzüme şöyle bir sürdüğü sabahlar geliyor aklıma. Ahh, çocukluk vakitleri!

Güz geliyor. Kolumdaki emektar saate bir dost edasıyla bakıyorum. Gece yarısını çoktan geçmiş. Bütün bir günün yorgunluğu üstümde. Yanımda duran sandalyelerden birine bırakıveriyorum tekmil yorgunluğumu. Kolum sandalyenin metaline değiyor. Ufarak bir ürperti geçiveriyor içimden. Kaç aydan beridir ilk defa üşüyorum. Bir an önce bitse de gitsek, sızlanmaları arasında bitiverdi, iyi mi?

Islak ellerinin arasından aniden kayıp gider ya bir şey. Hey gidi koca yaz, nasıl da kayıp gittin çabucak. Zaman geçer izi kalır. Su gibi demiş eskiler.

Rüzgar hâlâ vuruyor yüzüme. Tanıyorum. Kaç defa beraber karşıladık sonbaharı bu şehirde. Kim bilir nerelerden kopup geliyor? Belki okyanustan, bütün bir Akdeniz'den... Rodos'tan, Palamutbükü'nden... Nereden geliyorsa gelsin, tanıyorum bu rüzgarı. Son durağı bu sahil onun. Bu şehir.

İşte bu yüzden, yüz binlerce insanın su gibi aktığı bu şehirden yavaş yavaş el ayak çekilir olunca, bu serin rüzgâr ziyaret eder burayı. Geceleri... Ve burası o eski Türk filmindeki kasabaya dönüşür tekrar. Çocukken izlediğim o filmde görmüştüm ilkin bu kasabayı. "Keşke bir gün ben de oraya gitsem!" Geldin işte. Kaç defa buranın sabahına uyandığını bile hatırlamıyorsun şimdi. Koca bir yaz daha geçirdiğin bu kasabaya bir kez daha "görüşmek üzere," demenin zamanı. Belki kışın, belki başka bir yaz.

Ayrılma vakti gelince... Bu serin rüzgar gidişleri haber vermeye gelir. Usulca yüzüne dokunur. Ufacık üşürsün ama inanılmaz mutluluk verir bu sana.

İşte bu yüzden… Sırf bu rüzgârdan ötürü seviyorum Marmaris'i.

10 Eylül 2009

Eylülün Sesiyle

Baylar!
Bin dokuz yüz seksen birdeyiz
Karşınızda eylülün sesi
Ağustosa çekildi, eylülün sesi
Birazdan konuşacak
"Bu dünyada yaşamak can sıkıcı bir şeydir baylar."

Tepelerde bulamaçların kahverengi eridiği
Eriyip sarı sarı aktığı bir mevsim
Bir saat gibi işlerken avucumdaki güz çiçeği
Yosunların kapılara usulca
Tırmanıp yerleştiği
Yani eylülün sesi, buysa çok iyi baylar.

Yaz geçti, sözgelimi midyelerden yorulduk
Eni boyu belirsiz bir ıslaklıktan
Upuzun gündüzlerden, sevimsiz otellerden
Eylül ki, sorabilir mi
Hüzünler iç kamaştırıyor, aşklarsa niye yoksul
Bir asfaltın kuru sıcak soğuğundayız
Oysa bir deniz feneri mevsimsiz ölür baylar.

Dahası
Bu düğmesiz giysileri şöylece giymek
Bir boşluğu giyinmek mi olur
Olsun
İşte karşınızda ekimin sesi
Kasımın sesi sonra
Yağmurun eşliğinde -çocuğunu emziriyor yaz-
Bundan böyle günlerimiz nasıl geçecek baylar.

Her şey o kadar dokunaklı ki
Eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen
Dağınık, renksiz bir mozayık gibiysem
Üstelik yalnızsam bir de -telefonda kuş sesleri-
Aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı
Bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir şeydir baylar.

Sonra bir kır kahvesi kendini okurken
Masaları toplanmış, bardakları toplanmış
Tam kendini okurken
Derim ki bir semti iyi tanımak kadar
İyi tanımalı dünyayı
Açın radyolarınızı: eylülün sesi
Bu dünyada can sıkıntısının bir başka anlamı var baylar.

Elmalar silik silik kırmızı artık -olsun-
Gözlerimiz tozlanmış, kirli
Gizlisi yok, bu dünyada böyle sıkılmak iyi
Sıkılmak iyi baylar
Biz hazır tuttukça böyle
İçi yangından alev alev
Dışı buz tutmuş kalplerimizi.

Edip Cansever
Sayfa başına git